9 Haziran 2016 Perşembe

KENNEN HİKAYESİ

Kökeni Ionia Adaları’nda olan, dengeyi korumaya adanmış kadim bir tarikat vardır. Düzen, karmaşa, ışık, karanlık — hepsi kusursuz bir ahenk içinde olmalıdır; çünkü evrenin gidişatı böyledir. Bu tarikat Kinkou olarak bilinmekte ve dünyadaki amaçlarını, bünyesindeki üç gölge savaşçısıyla gerçekleştirmektedir. Kennen da bu gölge savaşçılarından biri. Kutsal bir görev olan Güneş’i Yolunda Tutmak ? Kinkou adaletini yorulmadan dağıtmak- ona emanet edilmiş.
Kennen, Bandle Şehri’nde doğmuş ve söylenene göre ilk önce ana rahminden, sonra da onu doğurtan ebenin elinden kaçmış. Ailesi, büyüdükçe bu sonsuz enerjisinin azalacağını düşünse de, olgunlaştıkça enerjisi sınır tanımamış; hızı da ona uyacak şekilde gelişip sinir bozucu boyutlara ulaşmıştı. Hayret verici yeteneklerine rağmen, fark edilmemişti (yakalanmamıştı da denebilir çünkü bayağı muzurdu). Ta ki bir iddia üstüne, Placidium’un koca dış suruna koşa koşa tırmanana kadar. Bu beceri, Kinkou’nun kulaklarına gittiğinde, Kennen hemen ve sessizce iş görüşmesine getirildi. Diyarın her yerinde Kinkou’nun öğretilerini ve cezalarını coşkuyla iletebileceği Fırtına’nın Kalbi rolünü kendine uygun buldu. Şimdi arkadaşları Akali ve Shen’le beraber Valoran’da dengeyi koruyorlar. Bu mukaddes görev, üçlüyü elbette Adalet Meydanlarına da getirdi.
”Fırtına’nın kalbi ebediyen atar; sillesini yiyenlerse ebediyen unutmaz

AKALİ HİKAYESİ

Ionia Adaları'nda kendini dengeyi korumaya adamış kadim bir tarikat var. Düzen, karmaşa, ışık, karanlık; kâinatın yaradılışı gereği, her şey mükemmel bir uyum içinde olmalı. Kinkou adıyla bilinen bu tarikat, dünya üzerinde amaçlarını gerçekleştirmeleri için üç gölge savaşçısını görevlendirdi. Bu gölge savaşçılarından biri olan Akali, Ağacın Budanması adı verilen kutsal görevi üstlenmiştir: Valoran'ın dengesini tehlikeye atanları ortadan kaldırmak.

Umut vaat eden bir dövüş sanatları ustası olan Akali, yumruk yapmayı öğrendiği andan itibaren annesinden eğitim almaya başladı. Annesi, tek ilkeye dayalı, amansız ve affetmez bir disipline sahipti: ''Yapılması gerekeni yaparız.'' On dört yaşında Kinkou tarafından tarikata alındığında, Akali kalın bir zinciri bir el darbesiyle kırabiliyordu. Hiç şüphe yoktu; Gölgenin Yumruğu unvanını annesinden devralacaktı. Gölgenin Yumruğu olarak yaptıkları, bazılarına ahlaki açıdan tartışılır gelse de, Akali'ye göre hepsi annesinin şaşmaz öğretilerinin doğrultusunda yapılmıştı. Akali şimdi Valoran'ın dengesini sağlamak için arkadaşları Shen ve Kennen'le birlikte çalışıyor.Bu kutsal amacın, üçlüyü Adalet Meydanlarına götürmesi hiç de şaşılacak bir şey değil.

''Gölgenin Yumruğu, ölümün örtüsünün ardından saldırır. Dengeyi engellemeye çalışma.''

KATARİNA HİKAYESİ

Noxus,Luath'ın(Eski Noxus Kralı) liderliğinde geçimini kazandığı savaşlar sayesinde yükselen bir ülkeydi taaki Martin(Eski Demacia Kralı) ve askerleri Noxus'u kuşatma altına aldığı zamana kadar.Yeşim savaşçıları ağır bir yenilgiyle birçok kayıp vermişlerdi.Martin gözlerini büyük bir gururla ufuğa doğru attı.50 Yıl sonra nihayet Noxus'un işkencesi bütün ülkeler arasından kalkmıştı.Sonra ağlayan bir kız çocuğunu önünde buldu ve gözündeki korkuyu hisetti babası General Couteau onu durduramamıştı.Bu kızın adı Katarina'ydı Demacia Kral'ına sordu:
-Noxus'tan ne istediniz ?!(ağlamaklı bir biçimde)
-Bak küçüğüm,büyüdüğünde daha iyi anlayacaksın hadi babana koş.
-Siz gitmeden Yolunuzun ortasında duracağım.
-Seni incitmek istemiyoruz.Lütfen bırakta geçelim.
-Buradan Gidin !
Martin küçük kızı yoldan çıkaramayacağını anladığı için oradan ayrıldılar.
Babası küçük Katarina'yla gurur duyuyordu.Birgün babası göreve giderken Katarina'yı da yanına almıştı.Onu Hana adındaki kadına bıraktı.Katarina sıkılmıştı Hana'dan izinsiz dışarı çıkmıştı.Tam o sırada ondan 2 yaş büyük bir erkek çocuğuna rastladı ona kim olduğunu sordu.O da adının Juan olduğunu söyledi.Katarina ilk defa biri için bu kadar derin bir duygu hissetmişti babası onu aldı ve Noxus'a geri götürdü.Katarina babasının odasına girdiğinde altın işlemeli bir kılıç ve bıçak görmüştü.Bir ses duydu ve hemen babasının odasından çıktı.



Katarina 15 yaşına gelmişti sıkı bir eğitim üzerindeydi.Bundan hiçte memnun değildi.Her seferinde başarı kaydediyor babasını gururlandırıyordu.Bu eğitim ona çok kolay geliyordu.Çalışmak için herkesin bir arkadaşı vardı onun arkadaşının ismi Talon'du.Çok saygılı bir çocuktu ve bir o kadarda yetenekliydi.Katarina birgün babasını çok gururlandırdığını anladığı anda babası onu Noxus'un en zorlu turnuvasına gönderdi.Katarina 27 yaşında Uzun keskin kılıç kullanan bir adamla dövüştürdü.Katarina bunu hiç istemedi fakat babası onu zorluyordu bu yüzdende yapmak zorundaydı.Adam uzun kılıcını kılıfından çıkardı ve Katarina'ya doğrulttu Katarina'nın elinde sadece iki bıçak vardı ne yapabileceğini bilmiyordu Fakat Katarina ilk defa gerçek yüzünü gösterdi Adamı 2-3 kere aynı darbeler ve hızlanan bıçak darbeleriyle yere indirmeye çalışıyordu sonunda hiç beklenmedik birşey oldu Katarina ölümcül bir hisse kapılıp adamın boynuna bıçağını sapladı Herkes alkışlıyordu Katarina Ayaklarını zemine basmıştı ve yerde duran adama ne yaptığını gördüğünde pişmanlık duygusuna kapılmıştı fakat bir o kadarda gururlanmıştı.Birgün Talon ile görevlendirildiğinde bir Demacia suikastçısı Talon 'un boynuna bıçak dayamıştı.Katarina ne kadar bırak onu dese bile suikastçı onu dinlemiyordu bıçağı her saniye yaklaştırıyordu Katarina dayanamadı ve ilk defa bıçağını Adamın kalbine fırlattı.Adam yere düştüğünde yüzünü açtılar ve onun Juan olduğunu fark ettiler.Katarina ağlamaklı bir şekilde ''Sen! Sen nasıl !?'' Juan herşeyi açıkladığında Demacia'nın onu esir aldığı ve suikastçı olmasını zorladıklarını öğrendi.



Katarina olgun bir bayan olmuştu.Karşısına çıkan herkesi ve onu kabul edemeyen herkese bıçağını doğrultuyordu.Hata kabul etmiyordu Talon ile çok iyi bir ikili olmuşlardı.Toplantıda ilk hedeflerinin Ionia olduğunu belirlediler.Yola koyuldular, Ionia muhafızları hemen askerlerini topladı Akali ve yandaşları toplanıp Noxus'u yenmek için toplandılar savaş başlamıştı.Katarina ve Akali savaşın dışında kalmışlardı Katarina Akali'ye sinsi bir bakış atıp onu dürttü Akali çok sakindi Katarina ona doğru koşuyordu Akali kamalarıyla Katarinanın bir kolunu yaraladı Katarina ise Akali'nin sırtına büyük bir darbe indirmişti.Katarina Akali'nin saçından çekip kulağına fısıldadı ''Asla yenemeyeceksiniz.''
Akali sinirlendi ve Katarina'nın kolunu tutup Katarina'yı yere itekledi.''O kadar emin olma !'' diyerek Katarina'yı dahada sinirlenmişti Katarina,Akali'ye çelme takarak yere düşürmüştü ikiside büyük bir yenilgi içindeydi.Irelia ile Talon savaşıyordu Irelia her seferinde Talon'u hamleleriyle düşürmeye çalışıyordu Talon Irelia'nın boynuna atlayarak Ionia'yalıları tehdit eymişti.Savaş bir an durdu Kennen ve Shen Irelia'nın durumunu gördüklerinde Kennen yıldızından bir tanesini Talon'un omzuna fırlattı ve Talon yere düştü.Savaş böyle sürüp gitti kazanan Ionia oldu.Noxus'lular ise büyük bir yenilgi ile ülkelerine geri dönmüştü.


Noxus'un bu seferki amacı Demacia'ydı bunun için Katarina'yı görevlendirmişlerdi.Katarina'nın amacı Garen adındaki Generali öldürmekti.Savaş başladığı gibi hızlı manevralarla Katarina gözden kaybolmuştu.Garen'in bulunduğu yere 4-5 askerle gidip hayatına son vereceklerdi.İçeri baskın yaptıklarında Garen orada bekliyordu...

ALİSTAR HİKAYESİ

Büyük Duvar’ın Minator kabilelerinden çıkmış en güçlü savaşçılardan biri olan Alistar, kabilesini Valoran’ın pek çok tehlikesinden korudu; ta ki Noxus ordusu gelene kadar. Alistar , General Boram Darkwill’in oğlu ve Noxus keşif ordularının komutanı Keiran Darkwill’in entrikaları sonucunda köyünden ayrılmak zorunda kaldı. Geri döndüğünde köyünü alevler içinde buldu; ailesi ise katledilmişti. Öfkeyle böğürerek, Noxus’un en seçkin askerlerinden oluşan koca bir alaya saldırarak yüzlercesini katletti. Sadece Noxus’un en yetenekli sihirdarlarının müdahalesi, Alistar‘ın öfkesini dizginleyebildi. Zincirlerle Noxus’a getirilenAlistar, gladyatör arenası Fleshing’de Noxus’un ileri gelenlerinin eğlencesi için bitmek bilmez dövüşlere girerek yıllar geçirdi.
Alistar‘ın bir zamanlar asil olan ruhu yavaş yavaş lekelenmeye başladı. Ayelia adlı hizmetçi kızın arkadaşlığı olmasaydı, Alistar deliliğe çoktan teslim olurdu. Ayelia’nın iyilikleri bununla sınırlı değildi; genç kız Alistar‘ın kaçmasına da yardım etti. Özgür kalan Alistar, bir gün Noxus’tan intikam almayı ve umutlarını yeniden yeşerten kızı bulmayı umarak, yeni kurulan League of Legends’a (Efsaneler Ligi) bir şampiyon olarak katıldı. Başlarda şampiyonluğun getirdiği popülerliği istemese de, daha sonra şöhretin getirdiği gücün farkına varan Alistar, Noxus tarafından ezilenlerin sesi haline geldi. Hatta Noxus ordusunun gizli kalmasını istediği bazı gerçekleri de su yüzüne çıkartarak Noxus soylularının nefretini kazandı. Alistar‘ın yardımsever davranışlarıyla kazandığı çeşitli ödüller, League of Legends’a getirdiği hiddet ve yıkıma ilginç bir tezat oluşturdu.

BLİTZRANK HİKAYESİ

Zaun, hem sihrin hem de bilimin ters gittiği bir yerdir. Deneylerin kontrolsüz doğası, şehri epey hırpalamıştır. Ancak Zaun'un hoşgörülü kısıtlamaları, şehrin araştırmacılarına ve mucitlerine, bilimin sınırlarını ister iyi ister kötü sonuçlarla daha hızlı zorlayabilmeleri için epey esneklik tanıyor.
İşte bu koşullar altında Zaun'daki Tekmaturji Üniversitesi'nden bir grup doktora öğrencisi, akıllı buharlı otomasyon alanında bir atılım yaptı. Yapıtları, yani buharlı golem Blitzcrank, Zaun'un, koşulların genellikle insan gözetmenlere uygun olmadığı zehirli atık arıtım işinde, anında kararlar vererek yardımcı olması için geliştirilmişti. Ancak kısa zamanda beklenmedik davranışlar sergilemeye başladı.

Zaman içinde bilim adamları, golemin bir öğrenme süreci sergilediğini tespit etti ve Blitzcrank bir anda şöhrete kavuştu. Ama maalesef sık sık görüldüğü üzere, golemin yaratılmasının övüncünü üstlenen başka biri oldu; Stanwick Pididly adında bir profesör. Fakat çoğu kişi artık gerçeği biliyor. Bundan sonra çıkan yasal şamatanın ardından, gerçekte iki tarafın da golemin iyiliğini gözetmediği ortaya çıktı ve Blitzcrank alçakgönüllülükle özgürlüğünü talep etti.
Halkın ezici desteğiyle beraber Blitzcrank'in tamamen bağımsız, bilinçli bir varlık olduğunu ilan etmek, özgürlükçü Zaun Meclisi'nin sadece birkaç haftasını aldı. Anlaşmazlıklardan rahatsız olan ve eşsiz bir varlık olarak kendisine uygun bir yer bulunmadığını hisseden golem, Zaun'dan ayrıldı. Şimdilerde ise günün birinde yuva diyebileceği bir yer bulma umuduyla Valoran diyarlarını arşınlıyor.

Yoluna çıkacak herhangi bir şeyi tepeleyebilen Blitzcrank, çelik kabuğunu çevreleyen demir iskeletinin içinde aslında altın bir kalp taşıyor.

ZED HİKAYESİ

Kadim çağlardan kalma yasak yöntemlerin sırrına son 200 yıldır ilk erişebilen ninja, Zed oldu. Kendisini ömrü boyunca bağlamış olan denge ve disiplin öğretilerinden koparak, klanına ve ustasına karşı geldi. Şimdi Zed gölgelerin bilgeliğini kucaklayan herkese güç sunup, cehalete tutunup kalanların canını alıyor. 

Küçükken yetim kalan Zed'i, ünlü ve usta bir ninja evine alarak yetiştirdi. Zed'in tek dengi, ustasının oğlu olan Shen gibi görünüyordu. Aralarındaki her karşılaşma beraberlikle sona erdiği için, Zed asla ustasının gözdesi olamayacağını düşünmeye başlamıştı. Hayal kırıklığı ve kıskançlıkla, üstün gelecek bir yol aramaya başladı. Genç ninja, klanın tapınağının mühürlenip kapatılmış bir kısmına sızdı. Burada, süslü bir kutu buldu. Kutuya baktıkça içinde kötü bir his uyanıyordu. Kutunun içindeki kötücül bilgileri sezen Zed, kapağını açmaması gerektiğini biliyordu. Ama yine de açıp baktı. Gölgeler bir anda zihnine dokundu ve uzun süredir gizli duran teknikleri ortaya çıkardı. Artık gizli bir üstünliğü olan Zed, Shen'e meydan okudu ve ustasının oğlunu bu sefer yendi. Zafer anında övgü ve takdir bekliyordu. Ama ustası, Zed'in yasaklı yöntemler kullandığını her nasılsa anladığı için onu sürgüne yolladı.

Çok aşağılanan genç ninja, yıllarca serseri gibi gezdi. Kini hırsa dönüştü. Gölge stilini başkalarına da öğretmeye başladı. Gücü arttıkça, çevresindeki takipçiler de artıyordu. Ama o kutu olmadan, tekniğini mükemmelleştiremeyeceğini biliyordu. Bir gün Zed takipçilerine baktı ve öğrencilerinin artık bir ordu olduğunu gördü. Ödülünü almak için, onları toplayıp tapınağa yürüdü. Eski ustasını kapıda bekler bulunca şaşırdı. Ustası, Zed'i ve ordusunu ne zamandır beklediği misafirler gibi karşıladı. İhtiyar adam kılıcını Zed'in ayakları dibine bırakarak, ona gereğince ustalık edemediğini söyledi. Eski öğrencisini denge yoluna yönlendirmek yerine, sürgüne yollayarak gölgelere mahkum etmişti. İhtiyar, Zed'e tapınağa girip, kutuyu yokedip, takipçilerini dengeye yönlendirmesi için yalvardı. Kara ninja, ustasının peşinden içeri girdi. Bir-iki saniye sonra, beklemekte olan ninjalar Zed'in acı çığlıklarını duydu. Zed her nasılsa bir çizik bile almadan dışarı çıkıp, ustasının kestiği kafasını Shen'in önüne attı. Öfkeyle haykırarak, takipçilerine ustasının öğrencilerini öldürüp kutuyu almalarını emretti. 

O eski ninja tarikatı o gün çöktü. Pek çok öğrenci öldü, bazıları ise Shen'in kahramanca çabaları sayesinde kaçabildi. Artık tapınak Gölge Yoldaşlığı'nın kötülük dolu çalışma sahasına dönüştü. Zed, Yoldaşlık'ın ustası olarak başa geçti. İlkeleri gayet sade: Tekniğini mükemmelleştir, gölgeleri kucaklamayı reddeden tüm ninjaları öldür.

''Denge yalan, gerçek ninjalar biziz...''
-- Zed.

TWİSTED FATE

Twisted Fate, İskambil Ustası“Kaybetmek imkânsızsa, oynadığım kumar değildir.”
Twisted Fate; hem kumarda hem aşkta yakaladığı zaferlerle bilinen, dünyanın büyük bir kısmını gezip dolaşmış, zenginlerle ahmakların hem hayranlığını hem düşmanlığını kazanmış, iyisiyle kötüsüyle yaygın bir şöhret edinmiş bir kumarbaz ve dolandırıcıdır. Twisted Fate’in mecazi anlamda da, gerçek anlamda da, bir yerlere gizlediği son bir kozu daima bulunur.
Twisted Fate, Yılankavi Nehri’nin göçebe halkının arasında doğdu. Kartların sihrini de, herkesten nefret görmenin nasıl bir şey olduğunu da çocukluğunun ilk yıllarından öğrendi. Halkına, sattıkları egzotik mallar yüzünden tahammül ediliyordu. Öte yandan, tuhaf gelenekleri dışlanmalarına neden oluyordu. Rengârenk nehir yelkenlilerini demirledikleri kıyılarda, ancak kısa süreler için hoş karşılanıyorlardı. Büyükleri dünyanın düzeni böyle kurulmuş diyorlardı; ama haklarındaki önyargıya karşı mücadele etmemeleri küçük çocuğun kanını kaynatıyordu.
Bir gece, tüm servetini nehir göçebelerinin kumar çadırlarında bırakmış bir grup adam, çektikleri ucuz içkinin verdiği cesaretle sopalarını kapıp intikam almak için geri döndü. Nehir göçebelerini küfürlerle, döve döve teknelerine geri sürdüler. Sonunda sıra, çocuğun ailesine geldi. Bu kadarı çocuğun canına tak etmişti; adamlara kendi sopalarıyla karşı koyarak onları geri püskürttü.
Başarısından gurur duyarak geri döndüğünde, halkının ona sırt çevirdiğini hayretle gördü. Karşılık vermek nehrin töresine aykırıydı, cezası da belliydi: sürgün. Dünyası başına yıkılan çocuk, halkının teknelerinin onu almadan, geride yardımı dokunabilecek hiçbir şey bırakmadan yelken açıp uzaklaşmasını çaresizce seyretti. Hayatında ilk defa, yapayalnız kalmıştı.
Çocuk kasabadan kasabaya serseri gibi gezerek, gittiği her yerin kumarhanelerini bulup, karnını doyuracak parayı iskambil oynamadaki neredeyse doğaüstü yeteneğiyle kazanarak büyüyüp yetişkin bir adam oldu. Mağrurların, zalimlerin, burnu büyüklerin ellerinden paralarını alıyor olması da kadayıfın kaymağıydı. Rakibini pirelendirmemek için mutlaka en azından bir iki el kazanmasına izin verse de, sonunda varını yoğunu kaybedince çamura yatan kumarbazlardan kendini savunmak için pek çok yöntem öğrenmek zorunda kaldı.
Bir gün bir kumar masasında, Malcolm Graves adlı bir adamla tanıştı. O da hayattan benzer silleler yediği için birbirlerine yakınlık duyup güç birliği yaptılar. Yıllar boyu Valoran’ı talan ede ede gezdiler. Giriştikleri her dolandırıcılıkta, her sahtekârlıkta, her soygunda Twisted Fate kartlara istediğini yaptırmanın daha da tehlikeli yollarını aradı.
Fakat bu arayışın sonu kötü bitti: Yaptıkları bir soygunda talihleri yaver gitmedi. Graves diri olarak ele geçirildi; ama nehir göçebesi kaçtı. O gece neler olduğu, sonradan başlarına neler geldiği hâlâ bilinmez; kumarbaz da soranlara kesinlikle anlatmaz. O geceden sonra, her şeye sıfırdan başlamak istediği için eski adını sulara kurban edip yenisini takmıştır kendine: Twisted Fate.
O zamandan beri Twisted Fate, gittiği her şehrin şık kumarhanelerinde ve aşağılık batakhanelerinde talih oyunlarına oturur, her seferinde de hesaplanamaz servetler kazanarak kalkar. Bu büyük serveti şık giysilerinden başka neye harcadığını, neden bu kadar çok kazanmakla uğraştığını kimseler bilmez. Defalarca büyük debdebeler, nümayişlerle tutuklanmıştır ama Runeterra’da onu hapis tutabilen bir cezaevi henüz bulunamamıştır. Sabah ışır ışımaz Twisted Fate’in ortadan kaybolduğu ortaya çıkar. Orada bulunduğunun tek kanıtı olarak da arkasında alaylı bir kartvizit bırakmış olur.
Bilgewater’da, Twisted Fate ile Graves sonunda karşı karşıya geldi. Birbirlerinden çok çevrelerine zarar verdikleri uzun bir kavgaya tutuşup, Gangplank’in elinde can vermekten kıl payı kurtuldular. Sonunda aralarındaki anlaşmazlığı bir kenara bırakıp, yeniden beraber çalışmaya karar verdiler.
İzinin sürülmesi neredeyse imkânsız olan Twisted Fate’in; düşmanları onu kıstırdıklarına inandığı anda gözleri önünde kırklara karışıp yok olduğu söylenir. Şehirler dolusu insanı varından yoğundan etmiş bir kumarbaz için doğrusu pek yararlı bir beceri.
Talih Sarayı’ndaki tüm gözler Twisted Fate’in üstündeydi. Kumarhanenin çok sayıdaki müşterisinin kendisini bakışlarında imrenmeyle, heyecanla ve garazla seyrettiğini hissediyordu. Son kartı çevirip, her şeyi kaybetmesini bekliyorlardı.
Böyle talih evlerinin havasına hep açgözlülük sinmiş olurdu. Fakat Twisted Fate bu gece bir de, ortak bir amacın gerilimini hissediyordu. Sanki boynuna fark ettirmeden celladın ilmeğini geçirmişlerdi, şimdi de fark ettirmeden o ilmeği sıkıyorlardı. Kartlar kaygıyla titreşiyor, tehlike uyarısı veriyordu. Peşindeki şeyin ya da kişinin tuzağına düşmemek için artık masadan kalkması gerektiğinin farkındaydı ama karşısında oturan adamın ceplerini son meteliğine kadar boşaltma fırsatı da kaçıramayacağı kadar çekiciydi.
Servetini köle madencilerin kırbaç yarası dolu sırtlarından kazanmış açgözlü bir tüccar olan rakibine gülümsedi. Adam Freljord kürkünden ve elle işlenmiş deriden yapılmış pahalı urbalar giyiyor, Bilgewater deniz nazarlıkları takıyordu. Her bir parmağını; çoğu kişinin hayatı boyunca bir arada görebileceği paradan çok daha fazlaya mal olmuş, kanlı altından yüzükler süslüyordu. Tavana asılmış çini tütsülüklerden süzülen hoş kokulu duman, ikisinin arasında korsan hazinesi gibi yığılmış olan paraların, mücevherlerin ve tapuların üstüne çörekleniyordu.
Twisted Fate, tüccara doğru bir baş işareti yaptı.
Sanırsam sıra sizin, Henmar Efendi.”
Henmar “Sıramın farkındayım, nehir iti,” diye terslenirken, Twisted Fate dövmeli parmaklarını kartların arkasında, sürekli aynı görünmez sarmalı izleyerek gezdiriyordu. “O şatafatlı el hareketleriyle dikkatimi dağıtıp bana yanlış bir karar verdirebileceğini de sanma sakın.”
Twisted Fate “Dikkatinizi neden dağıtayım efendim,” dedi. Her hareketinden abartısız bir kendine güven okunuyordu. “Bu çeşit alçakça hareketlere tenezzül etmeyi şahsiyetime hakaret sayarım.”
“Öyle mi? O zaman neden sürekli sağı solu kolluyorsun?” dedi Henmar. “Bana bak, ben yedi düvelle pazarlık yapmış adamım. Köşeye sıkışmış insanıbir bakışta tanırım.”
Twisted Fate sinsice gülümsedi. Kartları bir elinden öbürüne geçirip, geniş kenarlı şapkasını sahne sanatçılarına yaraşır bir hareketle çıkardı.
“Gözünüzün keskin olduğu aşikâr beyefendi,” diyerek, çevrelerinde toplanmış olan kalabalığı gözden geçirdi. Her zamanki asalaklar; kazananın o an yanında duranlara karşı cömert davranacağını uman birtakım adam ve kadınlar vardı. Bu kalabalığın arasında gözüne iki kişi ilişince elindeki kartlar titremeye başladı ve ağzına ekşi bir tat hücum etti. Bu işaretleri ne zaman alsa, kısa sure içinde ortalığın çok fena karıştığını uzun süre önce öğrenmişti.
Oradaydılar. Gözbantlı bir adamla, alev kızılı saçlı bir kadın. Silahlı oldukları neredeyse kesindi, ne kadar kaypak olduğunu da belli ki biliyorlardı. Onları tanıyor muydu? Herhalde tanımıyordu. Henmar için mi çalışıyorlardı, onun mallarını mı koruyorlardı? Muhtemelen hayır. Henmar gibi bir adam, yanında koruma getirse belli ederdi. O zaman ödül avcısıydılar. Twisted Fate’in elindeki kartlar gitgide daha da çok telaşlanıyordu. Kartları toplayıp masaya kapadı.
Henmar, herkesi kendinden aşağı gördüğünü belli eden sesiyle “Kaybettiğini şimdiden bildiğin yüzünden anlaşılıyor,” dedi.
Twisted Fate, kartları yine eline alıp yelpaze şeklinde yaydı. Avcıların yavaş yavaş yaklaşmasını gözlerken “O zaman gelin oyuna biraz tat katalım beyefendi,” diye karşılık verdi. “Bahsi ikiye katlamaya var mısınız?”
“Senden o kadar para çıkar mı?” diye sordu Henmar şüpheyle.
Twisted Fate, gözlerini tüccarın gözlerine dikip uzun pardösüsünün derin cebinden ağır mı ağır bir para kesesi çıkararak “Pek tabii,” dedi. “Ya sizden?”
Henmar dudaklarını yalayıp parmaklarını şaklattı. Arkasında duran uşak, tüccara aynı ağırlıkta bir para kesesi uzattı. İçinden akan altınlar masanın ortasına yığılınca, Talih Sarayı’nın müşterilerinden hayret sesleri yükseldi. Bu masada birikenden daha az para uğruna koca savaşlar çıkmıştı.
“Önce sen aç,” dedi Henmar.
“Daima,” diye onaylayan Twisted Fate kartlarını açarken, ödül avcıları harekete geçti.
Gözü bantlı adam elindeki yakalama tasmasıyla ona doğru atıldı. Kadın adını haykırırken birbirinin eşi olan tabancalarını çekti.
Twisted Fate masanın altına bir tekme yapıştırdı. Masa üstündeki paraları, kartları ve kâğıtları saçarak havda taklalar attı. Tabancalar kulakları sağır eden gümbürtülerle ateşlendi, masada yumruk büyüklüğünde delikler açıldı. Yakalama tasması çat edip kapandı; ama toz duman yatışıp çığlıklar sustuğunda, Twisted Fate ortada yoktu.
Suratı öfkeden karışan Henmar ayağa fırladı. Masanın kırık parçalarına bakınca yüzü kireç gibi oldu.
“Para nerede?” diye bağırdı. “PARAM nerede?”
Talih Sarayı’nın zeminine açık olarak düşmüş olan beş kart, hâlâ hafif hafif kımıldıyordu.
O eli kazanan beş kart, onlardı.

GNAR HİKAYESİ

Orman, görmeyen gözleri affetmez. Her kırık dal parçası bir hikâye anlatır.

Bu ormanın sunduğu her türden yaratığı avladım. Hünerlerimi sınayacak başka bir şey kalmadı sanırdım. Ama şimdi görüyorum ki, yeni bir şey var. Bıraktığı izlerden teki bile bir kocadiş boyunda. Tırnakları adeta birer kılıç, adamı ortadan ikiye böler. Nihayet, dişime göre bir av.

Ormanın bir ucundan diğerine ganimetimi izliyorum sinsice, arkasında bıraktığı hasarın boyutunu fark etmeye başladım. Parçalanmış ağaçlardan oluşan biçimsiz bir çembere denk geldim. Bu abidevi ağaçlar nice çağlar boyunca bu topraklarda dik durmasını bilmiş, onları kesmeye yeltenen ahmakların uyduruk baltaları demirden farksız kabuklarına çizik bile atamamıştı. Bu şey, onları sanki çalıymışçasına bir kenara itelemiş. 

Böylesine güçlü bir yaratık, nasıl bu kadar kolayca ortadan kaybolabiliyor? Dahası, arkasında böylesine bariz bir yıkım izi bırakabilen bir şeyi ben nasıl olur da göremedim hâlâ? Nasıl olur da tufan gibi ortaya çıkıp, ormanın içinde sabah sisi gibi kaybolabiliyor? 

Sonunda bu yaratığın önüne dikileceğim anın hayali bile heyecanlanmama yetiyor. Yıllarca kendinden söz ettirecek bir av olacak.

Açıklık bir alandan geçerken, yakınlardaki bir derenin sesini takip edip yönümü buldum. Tam orada turuncu kürkü olan bir şey gördüm; sinmiş, bekliyordu. Uzaktan gözledim onu. Dereden ufak bir balık sıçradı, yaratık balığı yakalamak için hareketlenip, akan suya neşeyle daldı. Bir yordle olduğunu sevinerek fark ettim. Üstelik avcı bir yordle!

Bu iyi bir alamet. Yaratığı bulacağım. Benden kaçmaz hiçbir şey.

Yordle'ın koca kulakları dikilip, benim olduğum tarafa doğru döndü. Elinde kemikten yapılmış bir bumerangla, dörtnala bana doğru koşmaya başladı, önüme gelince aniden durdu. Bir şeyler geveledi.

Başımı sallayarak genç yordle'a anlayış gösterip yoluma devam ettim. Geçit vermeyen arazide zorlanmadan dolanarak avıma dair bir iz arıyordum. Kokusunu almak için uğraşırken bir şeyler dikkatimi dağıttı. Tuhaf bir cıvıldama ile irkildim. Yordle takip etmişti beni. Avımı sekteye uğratmasına izin veremezdim. Yüzüne bakıp uzaklara doğru bir yeri işaret ettim. Anlamamış bir ifadeyle bakıyordu bana. Biraz daha ısrarcı olmam gerekiyordu, iyi alamet dedik ama o da bir yere kadar.

Şaha kalkıp okkalı bir kükreyiş kükredim. Rüzgârından yordle'ın kürkü uçuştu, ayaklarımızın altında yer sarsıldı. Bir iki saniye geçtikten sonra kafasını çevirdi, suratında gülümsemeye benzer bir şey vardı. Küçük bumerangını kaldırdı. Daha fazlasını çekecek sabrım kalmamıştı. Silahı elinden alıp, ustaca bir ağaca doğru fırlattım, tepeye yakın dallardan birine saplandı. O tarafa dönüp koşturmaya başladı, çılgıncasına zıplıyordu.

Daha on adım ancak atmıştım ki, arkamdan gelen bir kükremeyle tüylerim diken diken oldu. Parçalanan ağaçların ve taşların kulakları sağır eden sesi dört bir yandan yankılanıyordu. Önüme dev bir ağaç devrilerek yolumu kesti. Yordle'ın kemik silahı ağacın gövdesine saplı duruyordu.

Arkamda tarifi mümkün olmayan bir hırıltı yükselmeye başladı.

Korkunç bir hata yapmıştım.

VLADİMİR HİKAYESİ

Noxus'la Fırtına Düzlükleri arasındaki dağlarda gizlenmiş bir tapınak vardır. Kadim ve tüyler ürpertici bir büyü geleneğinin sırları burada saklanır. Tapınağın çevresi, yanlışlıkla çok yaklaşanların kanı çekilmiş cesetleriyle doludur. Bunlar, gençliğinde Noxus'dan kaçmakta olduğu sırada o dağlardan geçen Vladimir'in sadece merakını kabartmıştı. Ergen yaşlarındaki Vladimir, daha bir gün önce kendi yaşında iki oğlanı öldürmüştü. Bunu da sadece etrafa saçılan o baş döndürücü kızıllığın keyfine varmak için yapmıştı. Canice arzularını asla bastıramayacağını ve Noxus'ta kalırsa yaptıklarının cezalandıracağını derhal anladı. Şehir devleti tereddütsüz terkedip, güneye doğru yola çıktı.

Cesetlerden oluşan iz, onu yıkık dökük taş bir tapınağa götürdü. İçeride onu kıpkızıl gözleriyle süzen, ihtiyar bir keşiş buldu. Vladimir keşişi, aynı hainlikte bakışlarla karşılık vererek şaşırttı. Çocuğun uğursuz arzularının farkına varan keşiş, Vladimir'e insanların can suyunu nasıl kontrol edip yönlendireceğini öğretti. Sık sık, geçen yolcular üstünde pratik yaptılar. Vladimir'in son dersini alma vakti gelince, keşiş onu başaramazsa öleceği konusunda uyardı. Vladimir başardı; ama başarıyla beraber korkunç bir sürpriz geldi. Ayin esnasında keşişin kanının her damlası kanından çekilip Vladimir'inkiyle karıştı. Böylece ustasının ve ondan önce gelen her kan büyücüsünün özütü ona geçti. Aniden yalnız ve amaçsız kalan Vladimir, Noxus'a dönüp sanatının üstünlüğünü kanıtlamak için Lig'e yollanmasını talep etmeye karar verdi. Noxus Üst Komutası, saray muhafızlarının uğradığı mide kaldıran akıbetleri görünce, Vladimir'in tatsız yeteneklerinden faydalanmayı seçti.

”İçinde akan şey, ölümün olacak.”
--Vladimir

EZREAL HİKAYESİ

Runeterra'nın en ücra ve terk edilmiş yörelerini dahi gezmiş olan bu genç ve atılgan maceracı, Antik Shurima'nın kumlar altına gömülü kalıntılarına yaptığı bir inceleme gezisi esnasında inanılmaz büyü gücüne sahip bir muska keşfetti. Büyük ihtimalle Yükseliş'e ermişlerden biri tarafından yapılmış olan bu koskoca muska, yine de Ezreal'ın koluna sanki ısmarlama yapılmış gibi oturdu ve Ezreal'ın zaten varolan ham büyü gücünü o kadar arttırdı ki, genç adam artık bir kahraman olarak tanınıyor. Bu ünü kendisini epey utandırıyor doğrusu!

GAREN HİKAYESİ

Valoran'ın her yerinde Demacia ordusunun azmi ya övülür ya da nefret uyandırır; ama daima saygı görür. Demacia'nın ''sıfır hoşgörü'' şeklinde ifade edilen ahlaki düsturu hem siviller hem de askerler tarafından sıkı sıkıya uygulanır. Bu, çatışma sırasında Demacia birliklerinin hiçbir koşulda bahane üretmemesi, kaçamaması ya da teslim olmaması demek. Bu ilkeler, birliklere hareketleriyle örnek olan, rakipsiz komutanlar tarafından öğretilir. ''Demacia'nın Kudreti'' unvanını taşıyan yiğit savaşçı Garen, bu liderlerin kıyaslandığı en büyük örnek. Demacia ile ezeli düşmanı Noxus arasındaki kanlı savaşların gerçekleştiği meydanlarda binlerce büyük kahraman doğdu ve öldü. Garen, Sinsi Bıçak Katarina'yla ilk kez bu savaş meydanlarından birinde karşı karşıya geldi. Bu olaya tanık olan (ve hayatta kalan) piyadeler, ikilinin çarpışmasını, çelik silahların yarattığı senfoni eşliğinde yapılan ölümcül bir dansa benzetiyor.

Demacia ordusunun gururu ve Yılmaz Öncüler'in lideri Garen'in savaşçılık hayatı boyunca nefes nefese çıktığı ilk çatışma bu oldu. Gerçi bazı kaynaklar, bu durumun yorgunluktan başka nedenlere dayandığını iddia ediyor. Bu dedikoduların inanırlığı, Garen'in Sinsi Bıçak'la karşılaşmak için hiçbir fırsatı kaçırmaması üzerine daha da arttı. Demacia ahlakının vücut bulmuş hali olan Garen bu iddialar üzerine kafa yormadı bile; işin aslını başkalarının anlamayacağını biliyordu. Savaş meydanında kılıcına layık bir rakip bulmayı ummak bile, gerçek bir savaşçının yaşama nedenidir. Bu tanıma uyan -özellikle de bu kadar güzel ve kendisine bu kadar zıt- bir rakip, Garen'ın var oluşuna anlam katıyor.

''Bir düşmanı öldürmenin en etkili yolu, yanındaki adamı biçip geçmektir.''
-- Garen, göğüs göğüse çarpışma stratejisi üzerine.

DARYUS HİKAYESİ

Noxus ordusunun, savaşta bilenmiş en korkulu savaşçısı olan Darius'tan daha yüce bir sembolü yoktur. Genç yaşta yetim kalan Darius, kendisini ve küçük kardeşini yaşatmak için mücadele etmek zorunda kaldı. Orduya katıldığında kıdemli bir askerin gücünü ve disiplinini çoktan kazanmıştı. Darius'un azmi ilk defa Demacia'ya karşı yapılan, Noxus güçlerinin bitkin ve sayıca az olarak kaldığı çetrefilli bir savaşta sınandı. Darius'un yüzbaşısı askerlerine geri çekilmelerini emretti ama Darius böyle bir korkaklığı kabul etmeyi reddetti. Ordu düzenini bozan Darius, uzun adımlarla yüzbaşıya doğru ilerledi ve devasa baltasıyla kafasını gövdesinden ayırdı. Hem korkan hem de ondan ilham alan askerler Darius'la beraber savaşa girdiler ve akıl almaz bir güç ve coşkuyla çarpıştılar. Uzun ve zorlu bir savaşın sonunda galip geldiler.

Bu zaferden hız alan Darius, artık kendisine ölümüne sadık olan askerlerinin başında Demacia'ya karşı yıkıcı bir sefere çıktı. Savaş alanında gücünü kanıtladıktan sonra, gözlerini memleketine dikti. Aç gözlü ve ilgisiz soyluların ulusun gücünü emdiği, zayıf bir Noxus'la karşılaştı. Ülkesine şanını yeniden kazandırmak isteyen Darius, Noxus'un yönetimini yeniden şekillendirmeyi kendine görev bildi. Zayıf, kukla yöneticileri birer birer tespit etti ve onları makamlarından kanlı bir şekilde aldı. Pek çok kişi, Darius'un bu temizliği iktidara gelmek için yaptığını sandı; ama onun taht planı başkaydı. Darius, Jericho Swain'in yükselişini büyük bir ilgiyle izliyordu. Swain'de Noxus'u zafere taşıyacak zekâya ve kararlılığa sahip bir lider gördü. Usta strateji uzmanıyla güçlerini birleştiren Darius, ulusu gerçek Noxus gücü hayalinin arkasında birleştirmek için çalışıyor.

''Birleşmiş bir Noxus, dünyayı kontrol edebilir ve bunu hak eder.''
-- Darius

YASUO HİKAYE

Yasuo azmiyle dikkat çeken, atik bir kılıç ustasıdır. Düşmanlarını devirmek için bizzat rüzgâr kuşanıp estirir. Ne var ki bu mağrur savaşçı düzmece bir itham sonucu itibarını yitirmiş ve hayatta kalmak için umutsuz bir savaşın içine itilmiştir. Dünya âlemi karşısına alan Yasuo, suçluları adaletin keskin kılıcıyla buluşturmak ve şerefini geri kazanmak için elinden geleni ardına koymayacaktır.
Vakt-i zamanında Ionia’da meşhur bir savaş akademisinde parlak bir öğrenci olan Yasuo, koca bir kuşak içinde efsanevi rüzgâr tekniğinde uzmanlaşabilen yegâne öğrenciydi. Pek çok kişi onun ileride büyük bir kahraman olacağına inanıyordu. Ancak, Noxus işgal edildiği gün onun da kaderi sonsuza kadar değişti. Ionia’nın ileri gelenlerinden birisini korumakla görevlendirilen Yasuo, kılıcıyla bir şeyleri değiştirebileceğine inanarak görev yerini terk edip savaşa katıldı. Döndüğünde himayesine bırakılan kişinin öldürülmüş olduğunu gördü.
tibarına leke düşen Yasuo kendi isteğiyle teslim oldu, hatasının karşılığını canıyla ödemeye hazırdı. Sadece ihmalkârlıkla değil, cinayeti işlemekle de suçlandığını öğrendiğinde dünyası başına yıkılmıştı. Allak bullak olmuş, suçluluk duygusu altında kıvranıyordu. Buna rağmen eğer harekete geçmezse, cinayetin gerçek katilin yanına kalacağını biliyordu. Kılıcını çeken Yasuo, tüm okulu karşısına alarak dövüştü özgürlüğü için. Bu hıyanetin bütün Ionia’yı kendisine düşman edeceğinin farkındaydı. Yasuo, ömründe ilk defa gerçekten tek başına kalmış halde gerçek katili bulmak için yollara düştü.
Yasuo birkaç yıl boyunca durmadan dolaştı durdu katilin peşinde. Bir yandan da bir zaman dostu olanlar tarafından amansızca takip ediliyor, her seferinde hayatı uğruna dövüşmek zorunda kalıyordu. Kendine vazife edindiği bu ülkü onu daha da uçlara itiyordu; ta ki bir gün en korkulu düşmanı, öz kardeşi Yone tarafından izi bulunana kadar.Aynı düsturla yola çıkan iki savaşçı önce birbirine selam verdi, ardından da kılıçlar çekildi. Ay ışığının altında sessizce birbirlerinin etrafında dönüp durdular. Saldırıya geçme zamanı nihayet geldiğinde Yone kardeşi Yasuo ile boy ölçüşemeyeceğini anladı. Karanlıkta çeliğin tek bir parıltısı kardeşinin canını almaya yetmişti. Silahını bırakan Yasuo koşarak Yone’nin yanına geldi.
Gözleri dolan Yasuo soydaşlarının nasıl olur da suçlunun o olduğuna kanaat getirdiğini öğrenmek istedi. “Katil rüzgâr tekniği kullanmıştı. Başka kim olabilirdi ki?” diye yanıtladı Yone. Birden olan bitenin farkına varan Yasuo neden suçlandığını anladı. Masumiyetini bir kez daha ifade edip kardeşinin affını istedi. Kardeşi kollarında son nefesini verdiğinde Yasuo gözyaşlarını tutamadı.
Yasuo doğan güneşin tanıklığında Yone’yi gömdü; ama yas tutmaya ayıracak vakit yoktu. Çok geçmeden başkaları düşecekti peşine. Kardeşinden öğrendikleri ışığında Yasuo’nun azmi ve gayesi tazelenmişti, artık onu gerçek katile götürecek bir ipucu vardı. Eşyalarını toplayıp Yone’nin mezarına son bir defa baktı. Bir yemin etti ve rüzgârı arkasına alıp yola koyuldu.